15 Aralık 2015 Salı

Alinda Antik Kenti - Karpuzlu


Turkey_ancient_region_map_caria
Karia güzeli Alinda.
Karya veya Karia güneybatı Anadolu’da ana hatlarıyla günümüzdeki Büyük Menderes Nehri güneyi, Muğla ili kuzey kısımları ve içerideki bölgeye denk gelen coğrafyanın eski çağlardaki ismi. Bölgenin oluşumu eski Yunan kavimlerinin Anadolu’nun Ege kıyılarında koloniler kurmaya başlamalarından öncesine dayanmaktadır ve bir uygarlık düzeyi yaratmış olan Karyalıların Anadolu’nun bir yerli halkı olduğu konusunda tarihçiler arasındaki mutabakat genişlemektedir.
Tarih sahnesine çıkışı, Karia Prensesi Ada (İ.Ö. IV. yy.) ile olmakla birlikte, kent hakkında bilinenler İ.Ö. 14. yy.’a kadar gitmektedir.
Alinda Hitit İmparatoru II. Mursilis (İ.Ö. 1350 – 1320) döneminde Seha Irmağı Ülkesi’ne bağlı bir kentti. II. Mursilis döneminde Alinda kentinin adının İalanta olduğu bilinmektedir. Bu bilgiler II. Mursilis’in anellerinde ve yazıtlarında bulunmaktadır. Kentin yakın çağa bilgileri azdır. İ.Ö 340 yıllarında Halikarnassos’ta olan Karya yönetimi iç kargaşalar yaşamaya başlamış ve zaman içersinde bu kargaşa aile içi savaşa dönüşmüştür. Mausolos’un karısı Artemisia’nın ölümünden sonra Karya’nın başına geçen Ada’yı, kardeşi Piksodaros devirmiş ve onu Alinda’ya sürgün göndermiştir. Daha sonraki dönemlerde, Piksodaros ile yönetimi paylaşan Persli Satrap Orontobates de, Piksodaros’un ölümünden sonra yönetimi Ada’yla paylaşmamıştır. Prenses Ada’nın bu sürgün döneminde Anadolu’ya saldıran Büyük İskender, Alinda Kenti’ne saldırmış ama kuşatmasına rağmen almamıştır.
Kenti almaktan vazgeçtiği bir anda Ada, Kentin kapılarını açmış ve İskender’i kente davet etmiştir. Aralarında bir antlaşma yapılmış ve Karya’nın Fethi sonrasında Ülkenin yönetiminin Adaya verilmesine karar verilmiştir. Büyük İskender, Karya’yı tamamen fethettikten sonra ülkenin yönetimini Prenses Adaya vermiş ve seferine devam etmiştir



Tiyatro ve
Üç katlı agora

                                             

Karpuzlu -Aydın



Karpuzlu'nun değişken bir kültürel yapısı vardır. Birbirlerine birkaç kilometre uzaklıkta olmalarına rağmen, bir köyün konuşması diğerine benzememektedir. Giyimlerinde de farklılığın gözlendiği bu köyler son zamanlarda bu görülür farkı ortadan kaldırmış gibi görünseler de günlük giyimlerinde bu açıkça gözlemlenir.

İlçe toprakları sanıldığı kadar verimli değildir. Büyük Karpuzlu Ovası'nın verimi ancak çevresindeki köylere yetebilmektedir. Uzun yıllardır pamuk ve mısır ekimi yapılmasına rağmen, sulama sorunu nedeniyle yeterli verim elde edilemediğinden halk, alabileceği ürünü alamamıştır. Yeni bitirilen Yaylakavak Barajı sayesinde halk bir nebze olsun huzura kavuşmuştur. Köylerinin yolları düzgündür. Halk ilçe ile sıkı ilişkiler içindedir. Ancak sanatsal ve kültürel etkinliklere rastlanmamaktadır.

Tarıma bağlı olan yaşam, yine tarımda ilerleme kaydedilememesi yüzünden modernize olamamıştır. Varılan son yer olması (Milas ve Koçarlı yolları açılmadığı sürece de böyle kalacaktır) nedeniyle Karpuzlu, teknolojik gelişmelerden nasibini alamamıştır. Bu nedenle Karpuzlu'da, giyimde, mutfakta, günlük yaşamda ve kadın erkek ilişkilerinde yüzyıllardır sürdürdüğü geleneklerini aynen devam etmektedir.


Kaynak: vikipedia, karpuzlu.gov.tr

12 Aralık 2015 Cumartesi

Uyanınca Üşümek - Turgut Uyar




Kurutulmuş bir çiçektiniz sanki, göğünüzü getirdim
Karşılıklı bakışan sulardan ve en iyisi
Sırmayla süslenmiş bir eski zaman ceketi örttüm
üstlerinize
ısındınız, uyudunuz, ölmediniz gülümsemeyle
uzun bir araba atlarını itiyordu ve
size baktım
Yaprağın bir soğuku yadırgayan yeşili ancak üstümüzdeydi
Dumandan karanlıktan uykunuz uzuyordu, sıcaktan
uyuyordunuz...
ve evler birbirlerinden eskirlerse
ve eskiden olmak tükenirse,
ve yalnızlığınızın bütün yakılmış mumları erirse,
ve sırmalı uykudan usul usul uyanırsanız
korkmayın...
O zaman lokantalar var daha başka
Akşamla. Ve dindiren şarkısı kendi olmanın
Büyük ve kesin cezalanışı yani sevincin
Uzun içkilerde, uykulu zehirlerde, bir yıl sonra ve her yerde
Yaşamak yani,
bağırmak, gürültüler, geçip gitmesi bir beyaz resmin ve
çökmek,
Sizi titreten taşra aydınlığı yahut birdenbire
Karışıp yalanışıltısına yaşamanın hani...
solgun gece, uzun ve yuvarlak gece ve o su
ve o çıplanmış bedenlerin sonu gelemez buğusu
sizi alır ve bırakırsa,
sizi bırakırsa
korkmayın...

o zaman uzun antikacılar var gene ve onların dükkanları
kullanılmış takvimlerden artan hüzünler
sizi alır götürürüm, yirmidört parça tentene alırsınız
örtünürsünüz.

10 Aralık 2015 Perşembe

Afife Jale - Selahattin Pınar

Afife Jale 17 yaşında Darülbedayi'ye(bugünkü şehir tiyatrosu)kabul edildi. O yıllarda müslüman kadınların sahneye çıkması yasaklanınca, ailesi Afife'ye baskı yaparak tiyatroyu bırakmasını öğütledi. Tüm bunlara karşın evlatlıktan reddedilmeyi bile göze alan Afife yoluna tiyatroda devam kararı aldı. Uzun süre yasaklarla savaştı. Başaramadı, kovuldu ve beş parasız sokaklarda kaldı. Bu arada morfinle tanıştı. Selahattin Pınar'la tanışması da bu yıllarda oldu. (1928)
Selahattin Pınarla büyük bir aşk yaşadılar ve evlendiler. Gel gör morfin denilen bela Afife'yi yiyip bitiriyordu. Selahattin Pınar'da bu illete kapılmak üzereydi. Afife Jale boşanmayı önerdi. Kocasının Kendi durumuna düşmesini istemiyordu. Selahattin Pınar bu öneriyi kabul etmek zorunda kaldı. Zaten Afife'nin morfin elde etmek için kendisini aldattığını biliyordu.
Boşandılar (1935) ve bu Afife'nin sonunu hızlandırdı. Sokaklara düşen Afife Jale 39 yaşında perişan bir halde yok olup gitti. Öldüğünde mezarı başında sadece 4 kişi olduğu söylenir.
Selahattin Pınar büyük aşkı için birçok eser bıraktı. "Bir bahar akşamı", "nereden sevdim o zalim kadını", "beni de alın koynunuza hatıralar" ve "gecenin matemini aşkıma örtüp sarayım." ilk aklıma gelenler.
Afife'nin ölümünden sonra zaten iyice çökmüş olan bestekar; Todori'nin Meyhanesinde, kendisine yasaklanan tüm mezelerle, çektiği bir ziyafetten sonra, yaşama gözlerini yumdu.
Bu konuyu ayrıntılarıyla bilmek isteyenlere. Sevgili Can Dündar'ın kalaminden Afife Jale ve Selahattin Pınar yazısını öneririm.


2 Aralık 2015 Çarşamba

Ballıkayalar Kanyonu, Kocaeli

Kocaeli’nin Gebze ilçesinde bulunan Ballıkayalar Kanyonu, doğa yürüyüşü yapmayı sevenlerin gözde mekanlarından. Kamp ve kaya tırmanışı yapanların da ilgi gösterdiği bölge, dağcı ve izcilerin antrenman yaptıkları bir Milli Park olarak da biliniyor.

Ballikayalar-Kanyonu
Ballıkayalar Kanyonu
Uzunluğu yaklaşık 2 km olan ve 40-80 metrelik bir genişliğe sahip vadi, özellikle kentin yoğun temposundan kaçmak isteyen İstanbulluların yeni keşfetmeye başladığı yerler arasında. Ballıkayalar, şelaleleri, deresi, göletleri ve yemyeşil doğasıyla özellikle fotoğraf çekmeyi sevenlere birbirinden güzel kareler sunuyor.

ARKADAŞ - Sait Faik Abasıyanık


Bugünlerde bir akşam,
şehrin aynalı gazinosuna ve aynaların içine
Selim-i salis gibi oturacağım.
Önümde rakı, dışarda akşam. akıntı, kayıklar ve gelip geçen,
Meyhanenin kapısından, iki elini gözüne siper edip bakan birisi
Bu herif aşık, diyecek.
Saçları perişan, dudakları mürekkepli,
hali bencileyin serseri bir kızı
Büyük bir sandal
Akıntının içinden çekip
Rakı kadehimle benim arama bırakacak.
Diyeceğim:
Bu akşam değil, bir başka akşam,
seni alıp bir kocaman şehre götüreceğim,
O şehirde toprak çoktan patlamıştır
Yıkılmıştır bildiklerim
Kocaman cepheleriyle borsalar, saraylar,
kimbilir belki de mahkemeler, zindanlar..
Masaldır artık
Onların kahramanlığı, onların merhameti, onların fazileti.
Ezanlar, mevlütler, harbler, taburlarla kahramanlar.
Kafam alkolsüz, ellerim kelepçesiz,
Seni bir akşamüstü, Sotiraki nin gazinosundan
Rakı kadehimle benim aramdan alıp
Altın akşamların sarı çocukların tırmandığı
Kuşların öttüğü ve yemişlerin yendiği
Hudutsuz ve çitsiz,
Perisiz ve cinsiz,
Kümessiz ve evsiz
Hasılı numarasız
Bir memlekete götüreceğim.
İstasyondan iner inmez
Seni metrolar başka beni başka tarafa götürsün. Zararı yok!
Yalnız yine böyle kumral akşamüstleri
Yapayalnız kaldığım kasım akşamları
Buruşuk manton, dağınık saçların, mürekkepli ağzın ve hemşire çehrenle
Ayaklarını bir sandalyeye dayayıp
Bana iki satır birşey söyleyeceksin,
Bugün ne yaptın, çalıştın mı?
İstersen sonra kalkar, gezmeye gidersin
Bensiz,
Sen bilirsin…

1 Aralık 2015 Salı

Umudun rengi..



senin kara saçlara tutulmuş yüreğin
ben umudun renginde
senin gönlün yitirilmişte
ben umuda yol almışım
yüreğim demişsin
bilki yüreğim
yürek olmuş
umudun rengine
umudun rengi gözlerin
maviyede çalar yeşilede boyanır
ama bulut olmasın rengi ağlarım
umut dedim sana
ağıtlarım yarına umuda
ister yeşil ister mavi olsun rengin
umudun rengi sende
sen boyamalısın
alabildiğine sonsuz…
umudum sende
hani fırça desen al kirpiklerim sende…:

14 Kasım 2015 Cumartesi




KANAL İSTANBUL

İKİ DAKİKANIZI AYIRIP OKUYUN.
ÇOK ÖNEMLİ OKUYUN VE PAYLAŞIN HERKES BİLGİ SAHİBİ OLSUN
KANAL İSTANBUL TEZGAHINA UYANIN! UYANDIRIN!
VE LÜTFEN ARTIK İHANETE KARŞI AYAĞA KALKIN!
Sağcısı, solcusu, dindarı, milliyetçisi,Ulusalcısı her ne isen, tek kalan ortak noktamız olan ülkeni eğer seviyorsan bu yazıyı okumak için 2 dakikanızı ayırın.
Lütfen tembellik edip arkadaş ve tanıdıklarınıza yollamayı ihmal etmeyin. lütfen paylaşın UNUTMAYINIZ DİYE GÖNDERİLDİ...
Allah aşkına ne yapabilirsek yapalım bundan başka maddi servetimiz yok, sattırmayalım.
· TRAKYA'NIN ALTI PETROL VE DOĞAL GAZ KAYNIYOR.
· YAP İŞLET DEVRET MODELİ İLE &İSTANBUL KANAL PROJESİNİ& ALACAK FİRMA               TÜM TRAKYA'YA HÂKİM OLACAK.
· HERKES TOPRAKLARINI SATACAK.
· TRAKYA'NIN ASYA İLE BAĞLANTISINI KESECEKLER                                                                  (çünkü kanal ile Avrupa Yakası ayrılmış olacak).
· BU PROJE EMPERYALİSTLERİN TRAKYA'YI TÜRKİYE'DEN KOPARMA PROJESİDİR.
· HERKES AKLINI BAŞINA TOPLASIN...
· AYNI OYUN GÜNEYDOĞU'DA MAYINLI ARAZİDE YAPILMAK İSTENDİ                                    (Ancak, oluşturulan duyarlı Kamuoyu yüzünden hükümet geri adım atmıştı) ....
· ŞİMDİ İSTANBUL KANAL İLE TÜRK MİLLETİNİN ELİNDEN TRAKYA ALINACAK.
· YABANCILARA 49 YILLIĞINA DEVREDİLECEK...
· UYANMANIN VAKTİ GELDİ
· TÜRK ORDUSUNU DA &BAK, HAVADA KUŞ VAR!& DİYE BAŞKA YÖNE YÖNLENDİRDİLER.
· ONLAR PKK İLE UĞRAŞIRKEN TÜRKİYE TOPRAKLARI ELDEN ÇIKARILACAK.
· 49 YILLIĞINA VERİLECEK.
· KIBRIS DA İNGİLTERE'YE 49 YILLIĞINA VERİLMİŞTİ, HALA PROBLEM YAŞANIYOR.
· ELİMİZDEN AYNI YÖNTEMLE ALINMIŞTI.
VATANINI SEVEN HERKESE GÖNDERELİM...
HEPİNİZİN BİLDİĞİ GİBİ ETİBANK ÖZELLEŞTİRİLECEK... VE BOR İŞLETMELERİ ETİBANK BÜNYESİNDE. (ALICISI DA HAZIR, ABD KONULAN FİYAT 40 MİLYON $.
· ASIL DEĞERİ 9 (DOKUZ) TRİLYON DOLAR, DİKKAT EDİNİZ 9 MİLYAR VEYA 9 MİLYON DEĞİL 9 TRİLYON DOLAR... ???
İŞTE BURASI ÇOK ÖNEMLİ...
Bor'la çalışan araba üretildi. Maliyeti 200 TL olan 1 kg bor ile 19 000 km yol yapabiliyor                        (1100 kg oto, 100 km sabit hızla giderse).
Bu demek oluyor ki PETROLE son!
Batılı ülkeler bor işletmeciliğinin kansere yol açtığını iddia ederek BOR madeninden soğutma çabası içindeler.
Oysa bu mucize maden, kanser tedavisinde de şu an kullanılmaktadır.
Türkiye kıskaçta.
Arabayı bor madeniyle çalıştıracak patentli 600 proje olduğu ortaya çıktı!
TÜRKİYE, Dünyada bor rezervinin yüzde 73`üne (% 73) sahip ve Türkiye GELECEĞİN DUBAİSİ 'dir!
Ve uluslararası “teröristler” Türkiye uyanmadan bu kaynağı ele geçirmeyi planlıyor.
Bu e-postayı çoklu yollayarak en azından bir toplum bilinci oluşmasına yardım edebiliriz...
LÜTFEN BİR DAHA OKUYUN VE LÜTFEN HERKESE İLETİN...                                              YAŞADIĞIN DÜNYAYI SORGULAYAMIYORSAN, BARİ ÜLKENİ SORGULA...
TMMOB
ÇEVRE MÜHENDİSLERİ ODASI
İSTANBUL ŞUBESİ

Ben Karşının Ölüsüyüm Ulan !..



Ben karşının ölüsüyüm…
“Terörist” dediğiniz Kürt. Küfür ettiğiniz Ermeni…
Evini aldığınız Rum, kovduğunuz Çingene, hor gördüğünüz Arap…
Kapısı işaretlediğiniz Alevi, camını kırdığınız Hrıstiyan, korkuttuğunuz Süryani… Ötekileştirdiğiniz beriki…
Ben karşının ölüsüyüm…
Taciz, tecavüz ettiğiniz kadınım ben…Tecavüzcüsünü salıverdiğiniz çocuk…
Bıçakladığınız LGBTİ…
İtip kaktığınız evsiz…
Kaderine terk ettiğiniz yaşlı, odalara kilitlediğiniz kimsesiz çocuk…
Ben karşının ölüsüyüm…
Ermenek’te yetim kalan çocuk, Soma'da tekmelenen madenci, Reyhanlıda elini göğe açan anne…
Oğlunu mezara koyan babayım. Babasıyla tek fotoğrafı mezar başında olan çocuk…
Evladının kemiğini soran Cumartesi annesi…
Ben karşının ölüsüyüm…
Buzlukta bekletilen Cemile'nin asılı kalan bakışlarıyım…
Panzer ardında sürüklenen Hacı Birlik'in annesinin gözyaşı…
İki aydır oğlunun cenazesini almak için çırpınan Aziz’in babasının kederi…
Ben karşının ölüsüyüm…
Meryem ananın elindeki beyaz mendil
Ethem’in inadı, Ahmet’in gülüşü, Hrant’ın delik ayakkabısı…
Veysel’in hiç binemediği bisikleti…
35 günlük bebeğin acısıyım…
Ben karşının ölüsüyüm…
Döve döve öldürdüğünüz Ali…
Başından vurduğunuz Berkin…
Çırılçıplak soyduğunuz Kevser…
Roboski’de katledip öldürdüğünüz köylü
Suruç’ta oyuncak götüren genç…
Ben karşının ölüsüyüm…
Hani şu öldüre öldüre bitiremediğiniz
Hani itip kalktığınız… Hani yok saydığınız… Hani yok etmek istediğiniz.. Hani yok edemediğiniz…
Öldürmeye doymadığınız… Usanmadığınız, utanmadığınız…
Hani şu öldürmekle korkutamadığınız…
Bitiremediğiniz, ezemediğiniz…
Susturamadığınız…
Susturamayacağınız…

Leyla ALP



Seyyan Hanım - Mazi Kalbimde Bir Yaradır



Necip Celal besteledi, Necdet Rüştü sözlerini yazdı ve 19 yaşında gencecik bir kadın, içine kalbini katarak söyledi: “Mazi kalbimde bir yaradır / Bahtım saçlarımdan karadır / Beni zaman zaman ağlatan / İşte bu hazin hatıradır.” Türkçedeki ilk özgün tango şarkısı, 1932 ürünü ‘Mazi Kalbimde Bir Yaradır’ bugün hâlâ her dinleyeni efkârdan efkâra sürüklüyorsa, genç Türkiye Cumhuriyeti’ne ses veren o genç kadının, Seyyan Hanım’ın eşsiz yorumu sayesinde.
1913’te İstanbul’da doğdu Seyyan Hanım. Sesinin güzelliği onu orta eğitimden sonra devam ettiği konservatuvarda hemen öne çıkardı. Bir duyan bir daha unutamıyordu. Vefatından hemen önce, Murat Belge’yle yaptığı röportajda “Sesim alaturkaya gitmiyordu, tangoya müsaitti” demişti. Seyyan Hanım (daha sonra Seyyan Oskay) Cumhuriyet’le beraber kadın sanatçılara açılan sahnelerin öncülerindendi. O, yeni döneme ruhunu üfleyenlerdendi...

13 Kasım 2015 Cuma

İfademdir



Evliyim

İki çocukluyum
Ozanım
Düzeltirim
Çocuklarımdır
Bütün çocukları dünyanın

Evet kaygılıyım

Çocuklarım için
Korkmasınlar isterim
Çalınışından kapının

Saygılıyım kurallara

Bu yüzden kurallar
Saygılı olsun isterim
İnsana

Evet ozanım

Çocuklarımdır
Bütün çocukları
Dünyanın
.......
İnsanın insandan korkmasına karşıyım
İşte bunun içindir
Bütün yazıp
Altına imza attıklarım

Sennur Sezer

12 Kasım 2015 Perşembe

Benim Balonlarım Vardı


Benim balonlarım vardı
Onları kimler aldı
Mutlu bayramlar vardı
Kimbilir nerde kaldı

Dostumdu benim balonlar
Çocuklar beni anlar
O çocuklar ve o balonlar

O çocuk yüzlü bayramlar şimdi nerdeler
Hani nerde o ışıklar çocuksu sevgiler
Gitti mi yoksa yine gelir mi o günler
Nerde kaldı masallar sevgiler günler

Söylenen bütün masallara inanırdık
Onlar mı bizi kandırdı biz mi aldandık
Bayramları bekler bayramları yaşardık
Bayramlar mı eskidi bizler mi yaşlandık

Benim balonlarım vardı
Onları kimler aldı
Mutlu bayramlar vardı
Kimbilir nerde kaldı

Söz                : Özdemir Kaptan
Müzik            : Zeki Arıcan
Seslendiren : İbrahim Sesigüzel

11 Kasım 2015 Çarşamba

Hattat İsmail Hakkı


 Üsküdar Hattat İsmail Hakkı İlkokulu adı, nereden geliyor ?..
  

Bu da geçer Ya Hû

Dervişin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye ulaşır. Karşısına çıkanlara, kendisine yardım edecek, yemek ve yatak verecek biri... olup olmadığını sorar.
Köylüler, kendilerinin de fakir olduklarını, evlerinin küçük olduğunu söyler ve Şakir diye birinin çiftliğini tarif edip oraya gitmesini salık verirler. Derviş yola koyulur, birkaç köylüye daha rastlar. Onların anlattıklarından, Şakir’in bölgenin en zengin kişilerinden birisi olduğunu anlar.
Bölgedeki ikinci zengin ise Haddad adında bir başka çiftlik sahibidir. Derviş, Şakir’in çiftliğine varır. Çok iyi karşılanır, iyi misafir edilir, yer içer, dinlenir. Şakir de, ailesi de hem misafirperver hem de gönlü geniş insanlardır… Yola koyulma zamanı gelip Derviş, Şakir’e teşekkür ederken, “Böyle zengin olduğun için hep şükret.” der. Şakir ise şöyle cevap verir: “Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen, gerçeğin kendisi değildir. Bu da geçer…”
Derviş, Şakir’in çiftliğinden ayrıldıktan sonra bu söz üzerine uzun uzun düşünür. Birkaç yıl sonra, Derviş’in yolu yine aynı bölgeye düşer. Şakir’i hatırlar, bir uğramaya karar verir. Yolda rastladığı köylülerle sohbet ederken Şakir’den söz eder. “Haa o Şakir mi?” der köylüler, “O iyice fakirledi, şimdi Haddad’ın yanında çalışıyor.” Derviş hemen Haddad’ın çiftliğine gider, Şakir’i bulur. Eski dostu yaşlanmıştır, üzerinde eski püskü giysiler vardır. Üç yıl önceki bir sel felâketinde bütün sığırları telef olmuş, evi yıkılmıştır. Toprakları da işlenemez hale geldiği için tek çare olarak, selden hiç zarar görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Haddad’ın yanında çalışmak kalmıştır. Şakir ve ailesi üç yıldır Haddad’ın hizmetkârıdır. Şakir, bu kez Derviş’i son derece mütevazı olan evinde misafir eder. Kıt kanaat yemeğini onunla paylaşır… Derviş, vedalaşırken Şakir’e olup bitenlerden ötürü ne kadar üzgün olduğunu söyler ve Şakir’den şu cevabı alır: “Üzülme… Unutma, bu da geçer…”
Derviş gezmeye devam eder ve yedi yıl sonra yolu yine o bölgeye düşer. Şaşkınlık içinde olan biteni öğrenir. Haddad birkaç yıl önce ölmüş, ailesi olmadığı için de bütün varını yoğunu en sadık hizmetkârı ve eski dostu Şakir’e bırakmıştır. Şakir, Haddad’ın konağında oturmaktadır, kocaman arazileri ve binlerce sığırı ile yine yörenin en zengin insanıdır. Derviş eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar sevindiğini söyler ve yine aynı cevabı alır: “Bu da geçer…”
Bir zaman sonra Derviş yine Şakir’i arar. Ona bir tepeyi işaret ederler. Tepede Şakir’in mezarı vardır ve taşında şu yazılıdır: “Bu da geçer.” Derviş, “Ölümün nesi geçecek?” diye düşünür ve gider. Ertesi yıl Şakir’in mezarını ziyaret etmek için geri döner; ama ortada ne tepe vardır ne de mezar. Büyük bir sel gelmiş, tepeyi önüne katmış, Şakir’den geriye bir iz dahi kalmamıştır…
O aralar ülkenin sultanı, kendisi için çok değişik bir yüzük yapılmasını ister. Öyle bir yüzük ki, mutsuz olduğunda umudunu tazelesin, mutlu olduğunda ise kendisini mutluluğun tembelliğine kaptırmaması gerektiğini hatırlatsın… Hiç kimse sultanı tatmin edecek böyle bir yüzüğü yapamaz. Sultanın adamları da bilge Derviş’i bulup yardım isterler. Derviş, sultanın kuyumcusuna hitaben bir mektup yazıp verir. Kısa bir süre sonra yüzük sultana sunulur. Sultan önce bir şey anlamaz; çünkü son derece sade bir yüzüktür bu. Sonra üzerindeki yazıya gözü takılır, biraz düşünür ve yüzüne büyük bir mutluluk ışığı yayılır: “Bu da geçer” yazmaktadır.
"ATATÜRK'ün bugün müze olarak kullanılan Çankaya'daki konutunun duvarına astığı "biricik hat" yazısının "Bu da geçer ya hu" olduğu söylenir.
ABD Başkanı Abraham Lincoln, Wisconsin'de yaptığı bir konuşmada bu söze duyduğu hayranlığı şöyle dile getirmiş: "Doğu'da bir padişah, danışmanlarından, her okunduğunda bulunulan durumu tüm gerçekliğiyle anlatacak bir söz bulmalarını istemiş. Bulmuşlar; 'Bu da geçer!' Öyle anlamlı bir sözdür ki bu, hem böbürlenmeyi dizginler; hem acılara dayanma gücü verir!"
Osmanlı İmparatorluğu, 1918 yılında işgal edilip düşman savaş gemileri Boğaziçi'ni doldurunca, Hattat İsmail Hakkı Altunbezer, bir kağıda "Bu da geçer ya Hu" yazıp atölyesine asar; kısa sürede işyerleri, kahvehaneler, vapurlar, bu yazıyla donatılır. Halkın işgale karşı tepkisini dile getirmek üzere her yere astığı bu yazı o acı günlerin, "Mütareke Dönemi"nin bir simgesi olmuştur.
Bu sözle anlamlandırılan "sabır ve tahammül"e büyük gereksinim duyduğumuz son dönemlerde, Mustafa Kemâl'in de "sabır testi"nden geçtiği yılları anımsamakta yarar var."
O zaman hep birlikte " Bu da geçer Ya Hû "
__._,_.___.